kaç zaman oldu acaba? yıllardır tv seyrederim ama herhalde ilk kez
bir karakter beni bu kadar etkiledi. ilk kez bir karakteri izlerken
kendime hakim olamıyorum.
küçüktüm, henüz ilkokula bile gitmiyordum. oturma odasının kapısında
bir delik vardı, yaklaşık bir yumruk genişliğinde. annemle babam kavga
etmişti ve babam bütün hıncını kapıdan çıkarmıştı. gecenin bir yarısı
uyanmıştım ve kapıya bakıyordum. uykudan olsa gerek hiçbir şey anlamadan
kapıya ve sinirden boyun damarları şişmiş anneme bakıyordum. annem ve
babam birden dönüp bana baktılar, arkasından sahte bir şefkat gösterisi.
ertesi gün kapısında bir yumruk büyüklüğünde deliği olan bir oturma
odasına alışmıştım. bir yumruğun sonucunun, bir evin doğal manzarası
haline nasıl gelebilirdi böylece öğrenmiştim.
yaşanmışlıktan mı yoksa küçük oyuncunun çok başarılı olmasından mı
bilinmez dizinin ikinci bölümünü izlerken ağladım. bunca yıldır
özellikle de televizyonda izlediğim hiçbir şeye karşı doğru dürüst tepki
vermememe rağmen hüngür hüngür ağladım.ne annem ne de babam anlayamadı
bana ne olduğunu…
aklıma hep çocukluğum geldi. siz hiç bir salatalık için tokat yediniz
mi? ya da evin içindeki çocukluğu ilkokuldan sonra başkasına devredip
büyüklerin işlerine soyundunuz mu? siz hiç iki insan arasında tuz
köprüsü oldunuz mu?
yıllar geçtikçe o köprü o kadar büyüdü ki… ben ağladıkça yaşlardan
kalan tuzlar köprüyü büyüttü, sular köprünün altından aktı gitti.
giderken yanında o kadar çok şey götürdü ki geriye bolca yaşanmışlık ve
tükenmişlik bıraktı. köprünün ayakları o kadar genişledi ki içinde
kaybolan çocuğu kimse göremedi. dıştan sağlam ve güçlü durduğundan
“sorun olmaz” deyip geçti herkes. ama işte o akşam ağlarken körünün
ayakları çatladı. içinin o kadar da dolu olmadığı görüldü.
ama artık her şey için çok geç. ne akan sular ne de akarken yanında götürdükleri geri gelmeyecek.
kağıda karalananlar
Aralık 2011