18 Aralık 2011 Pazar
az
…Çünkü görünene aldanmak, hayatı daha dayanılır kılmanın ilk şartıydı… syf:173
…”Taşıyor” dedi çocuk. Bidonu göstererek. Daha dikkatli baksaydı Derda’ya, taşanın bidon değil, gözleri olduğunu farkedebilirdi… syf:190
…Bu hayatta kimseye hiçbir şeyi tam olarak anlatamayacağını anlamıştı. Biri için ölüm kalım meselesi olan, diğerlerinin gözünde toz kadardı. İsa çevresindeki mezarlara baktı ve iyi ki ölüyorlar, dedi içinden. İnsanoğlunun, hak ettiği için öldüğüne o gün inandı. Ölene kadar da başka bir şeye inanmadı… syf:203
…”Peki ya kimse gelmezse?” diye sormuştu Filipinli. “Kim kalbinden vazgeçecek kadar kendini bir şeye adayabilir ki?”
“Onu da göreceksiniz!” demişti bina.
“Ya hayatlarının anlamını bulamayanlar?” diye söze girmişti kızılderili. “Onlar ne olacak?”
“Onlar da, göğüslerinde bir et parçasıyla canlı canlı çürüyecekler. Ve buna yaşamak demeye devam edecekler!”… syf:251
…Yasin, hiçbir şey yapmayacak ver durmaya devam edecekti. Ölene kadar. Sonra biraz da orada duracaktı. Toprağın altında. Sonra da yok olup gidecekti. Hiç gelmemiş gibi. Dünya üzerindeki bütün insanlardan farklı olarak. Çünkü bütün insanlar bir şeyler yapmış, yapıyor ve yapacaktı. Hatta öldükten sonra bile. Bazıları cennete gidecek, bazıları doğaya karışacak, bazıları da yeniden doğacaktı. Kimse Yasin kadar yok olup gitmeyi göze alamıyordu. Kimse bir iz bırakmadan kaybolmaya cesaret edemiyordu. Dünyadan gelip geçtiklerine birilerinin tanıklık etmesi şarttı. Varlıklarını süslemek için. Yasin hariç herkesin içine gömüldüğü bir piramit vardı. Öyle ya da böyle, herkesin bir ölümsüzlük planı vardı. Ama Yasin fazla ölü görmüştü. Hayatı boyunca bir savaş alanında yaşamış gibi. Dünya üzerinde hayatta kalan son insan kadar ölü görmüştü. Belki de bu yüzden yok olup gitmekten korkmuyordu. Var olmaktan yeterince korktuğu için… syf:261
…Belki de hayat, yanlış anlayınca güzeldi. Sadece yanlış anlayınca. Ama her şeyi… syf:280
…Nereden bilebilirdi insanoğlu? Varlığının sonuçlarını.
Hepsinin de yanıtı aynıydı: Hiçbir yerden..
Belki de bu sayede hayat devam ediyordu. Kimse, neye neden olduğunu önceden bilmediği için… Çünkü her davranışın zaman içindeki bütün sonuçlarına önceden tanıklık eden kişinin ilk tepkisi, büyük ihtimalle, durmak olurdu. Durmak ve durdurmak. Dehşet içinde. Hareket etme korkusundan kalbi durana kadar. Çünkü her hareketin nihai sonucu acıydı ve belki de, insanoğlu bunu bilse, hiç doğmazdı. Belki de daha kötüsü, bütün bunları bilse de doğmaya devam ederdi. Ne de olsa, insandı ve doğası gereği arsızdı. Doğmak için her şeyi yapardı. Gerekirse karnından çıktığı annesinin leşini doğumhanede bırakır, hatta dünyaya ikizine yapışık halde bile gelir, ama yine de doğardı… syf:305
…Sana yemin ediyorum. Her neredeysen gelip seni bulacağım. Eğer öldüysen, peşinden koşacağım. Ölümden sonra hayat yoksa da, sana kavuşmak için, onu yaratacağım… syf:331
…Diyebilirsin ki, bir insanı, fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? Haklısın. Belki de çok az… O zaman şöyle demeliyim: Seni az tanıyorum… Az… Sen de farkettin mi? Az, dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabe ile yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o harfin arasında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi… syf:349
…Birbirlerine son kez bakıp uyudular.
Ölümüne.
Seksen yaşındaydı.
İkisi de.
Birlikte olabilmek için kırk yıl,
Birlikte ölebilmek için de
Bir kırk yıl daha
Yaşamışlardı… syf:355
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Varsa bir diyeceğiniz, buradan buyurun.