19 Aralık 2011 Pazartesi

tuz köprüsü

osman 














kaç zaman oldu acaba? yıllardır tv seyrederim ama herhalde ilk kez bir karakter beni bu kadar etkiledi. ilk kez bir karakteri izlerken kendime hakim olamıyorum.

küçüktüm, henüz ilkokula bile gitmiyordum. oturma odasının kapısında bir delik vardı, yaklaşık bir yumruk genişliğinde. annemle babam kavga etmişti ve babam bütün hıncını kapıdan çıkarmıştı. gecenin bir yarısı uyanmıştım ve kapıya bakıyordum. uykudan olsa gerek hiçbir şey anlamadan kapıya ve sinirden boyun damarları şişmiş anneme bakıyordum. annem ve babam birden dönüp bana baktılar, arkasından sahte bir şefkat gösterisi. ertesi gün kapısında bir yumruk büyüklüğünde deliği olan bir oturma odasına alışmıştım. bir yumruğun sonucunun, bir evin doğal manzarası haline nasıl gelebilirdi böylece öğrenmiştim.

yaşanmışlıktan mı yoksa küçük oyuncunun çok başarılı olmasından mı bilinmez dizinin ikinci bölümünü izlerken ağladım. bunca yıldır özellikle de televizyonda izlediğim hiçbir şeye karşı doğru dürüst tepki vermememe rağmen hüngür hüngür ağladım.ne annem ne de babam anlayamadı bana ne olduğunu…

aklıma hep çocukluğum geldi. siz hiç bir salatalık için tokat yediniz mi? ya da evin içindeki çocukluğu ilkokuldan sonra başkasına devredip büyüklerin işlerine soyundunuz mu? siz hiç iki insan arasında tuz köprüsü oldunuz mu?

yıllar geçtikçe o köprü o kadar büyüdü ki… ben ağladıkça yaşlardan kalan tuzlar köprüyü büyüttü, sular köprünün altından aktı gitti. giderken yanında o kadar çok şey götürdü ki geriye bolca yaşanmışlık ve tükenmişlik bıraktı. köprünün ayakları o kadar genişledi ki içinde kaybolan çocuğu kimse göremedi. dıştan sağlam ve güçlü durduğundan “sorun olmaz” deyip geçti herkes. ama işte o akşam ağlarken körünün ayakları çatladı. içinin o kadar da dolu olmadığı görüldü.

ama artık her şey için çok geç. ne akan sular ne de akarken yanında götürdükleri geri gelmeyecek.

kağıda karalananlar
Aralık 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Varsa bir diyeceğiniz, buradan buyurun.